"ORMANDAKİ TÜM SESLERİ DİNLE. AĞAÇLARI İZLE, HAYVANLARI VE TÜM YAŞAYAN ŞEYLERİ.... KİTAPLARDAN ÖĞRENDİKLERİNDEN FAZLASINI BULACAKSIN!"
Kızılderili AtasözüKazdağları ve etekleri Çanakkale ve Balıkesir illerindeki birçok ilçeyi içeren geniş bir alanı kapsar. Batıda Dededağı, ortada ana Kazdağı, doğuda Eybek dağı, kuzeydoğuda Gürgen, Kocakatran ve Susuz dağlarından oluşan Kazdağları silsilesi Marmara bölgesi ile Ege bölgesini birbirinden ayırır. Burhaniye, Edremit, Güre, Altınoluk, Küçükkuyu, Ayvacık, Bayramiç gibi birçok ilçe Kazdağları’nın eteklerinde kurulmuştur.
Biga yarımadasının 1774 metre ile en yüksek kütlesi olan ana Kazdağı’nın güney yüzü, yani Zeytinli çayından Altınoluk yerleşiminin batısına kadar olan bölümü ile bu bölümün zirveye kadar devam eden yüksekliklerinin kapsadığı 21.450 hektarlık alan, 1993 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile Milli Park ilan edilmiştir. Kazdağı Milli Parkı’nın korunmaya alınmasında çok önemli ekolojik sebepler bulunmaktadır. Kazdağları’nın yaklaşık doksan bin yıl süren son buzul çağından etkilenmemiş olması sahip olduğu doğal zenginliğin nedenlerinden biridir. Doğudan batıya uzanan Kazdağı kütlesini kuzey-güney istikametinde derin vadi ve kanyonlar kesmektedir ve bu yapının ortaya çıkardığı farklı iklimsel koşullar nitelikli bir ekosistem oluşturmaktadır. Ege, Akdeniz, Karadeniz ve Tundra (Sibirya) iklim sistemlerinin aynı anda gözlemlendiği Kazdağı Milli Parkı’nda yaklaşık 800 farklı bitki türü tespit edilmiştir. Bu bitkilerden 32 tanesi endemik türdür, yani dünyada sadece Kazdağları’nda yetişmektedir.
Küçükkuyu’ya hayat veren Mıhlı Çayı, bölgenin en nadide oluşumlarından biri. Ağaçlardan gökyüzünün görünmediği, kuş seslerinin gürül gürül akan çaya karıştığı, yemyeşil örtüsü ve tertemiz havasıyla bölgenin saklı güzelliklerinden biri.
Kaz Dağları‘ndan denize inen sayısız çaydan biri olan Mıhlı Çayı Altınoluk sınırları içinde kalıyor. Mıhlı Çayı’nın yanına vardığınızda, yüzülebilir çap ve derinlikte zümrüt yeşili renginde bir çok gölet ile karşılaşıyorsunuz. Hayranlıkla izleyeceğiniz, kulaklarınızı uğuldatarak göle dökülen gümbür gümbür şelale ise tam karşınızda duruyor.
Patika yol Başdeğirmen mıntıkasındaki Rumlar’dan kalma bir değirmene çıkıyor. Oldukça iyi bir şekilde korunmuş olan değirmen taşları ve suyollarının değirmenin tam karşısında Roma döneminden kalma kemerli bir köprü bulunuyor.
Değirmenin karşısındaki Roma döneminden kalan Başdeğirmen Köprüsü, Truva’ya giden antik yolun Mıhlı Çayı üzerindeki tek geçiş noktası.
Kazdağı Milli Parkı içinde bulunan Altınoluk Şahin deresi kanyonu Kazdağılarından almış olduğu tertemiz, çam ve kekik kokulu havayı Edremit körfezine dağıtırken aynı zamanda denizden almış olduğu iyotlu,yosun kokulu havayı dağlara doğru taşımakta, doğal bir körük vazifesi görmektedir.
Kısaca Şahinderesi kanyonu Edremit körfezinin bacası gibidir. Bu hava dolaşımından olmalı ki etrafı çeşitli endemik bitkilere ve yüzlerce farklı türde hayvanlara yaşam imkânı sunmaktadır. Kanyonun uzunluğu 26 km yüksekliği ise 600-700 metrelere kadar çıkmaktadır.
Denize uzaklığı yalnızca birkaç kilometre olan Yeşilyurt Köyü, deniz hem dağ turizminin birlikte yaşandığı, taş evleri, patika yolları Arnavut kaldırımı sokakları, geniş köy meydanı, tarihi camii ve zeytin ile çam ağaçlarıyla kaplı bir köy. Eski ismi Büyük Çetmi olan Yeşilyurt Köyü’nün 700 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin ediliyor. Son yollarda köy içinde açılan kafeler, dükkânlar, bakımlı tarihi evler, sıcakkanlı insanlarla burası kafa dinlemek için gözde bir yer haline gelmiş. Yüzyıllar boyu Rumlar ve Türklerin birlikte yaşadıkları köy, dağ ve deniz havasının birlikte yaşanabileceği ender yerlerden biri. Burada ayrıca antik çağlardan beri bilinen Afrodit Kaplıcalarını da ziyaret edebilirsiniz.
Şifalı sularında derman aramaya gelenlerle dolup taşan kaplıcalar rivayete göre Afrodit tarafından bulunmuş. Tanrıça Afrodit tarihte bilinen ilk güzellik kraliçesidir. Cüzzam hastalığına yakalanarak güzelliği kaybolan Afrodit, Tanrı Zeus tarafından yanından uzaklaştırılır. İda Dağı’nda gezerken bir kurdun suyun çıktığı mağaraya girdiğini görür. Buradan çıkan 42°lik şifalı sularda hergün yıkanan Afrodit cüzzamdan kurtularak eski güzelliğine yeniden kavuşur. Kaplıcalar çam, zeytin ve meyve ağaçları arasında sakin, sessiz ortamıyla huzur veriyor.
Ege Denizinin doğu kıyısında,İda Dağının batı yamaçlarında,Edremit Körfezinin kuzey ucunda bulunmaktadır. Yerleşim antik çağlarda başlamış, İliada destanında “Gargaros”olarak adı geçen bölgededir ve yerleşim günümüzde de sürmektedir. Köyün bulunduğu bölge Truva , Leleg, Midilli, Pers, Atina, Roma, Selçuklu, Osmanlı hakimiyetleri görmüş ve bunların izlerini taşımaktadır. Yüzyılların birikiminin oluşturduğu taş işçiliğinin örnekleri köyde mevcut binalarda görülmektedir. Çevrede betonlaşmanın başlaması nedeniyle köy 1989 yılında SIT alanı ilan edilmiştir. Bugün,daha önceden mevcut evlerden başka yeni ev yapılamamakta,mevcut ayakta olan evler aslına uygun restore edilmekte,yıkık durumda olan evler ise köydeki mimariye uygun yeniden inşa edilmektedir. (Bunlar için Anıtlar Kuruluna proje ile başvurulması gerekmektedir.) ZEUS ALTARI antik çağdan kalmış olup,köyün denize bakan tepesinde bulunmaktadır. Köyde bulunan tarihi eserler Çanakkale Müzesi tarafından koruma altına alınmıştır. Köy camii Selçuklu yapımıdır.
Köyün kayrak taşı yollarında gezinin. Her mevsim bir başka güzeldir. Evler bakımlı, pencere önleri ve duvar dipleri çiçeklidir. Erguvan, hanımeli, mor salkım, begonvil, hünnap, limon ve portakal çiçekleri açar bahçelerde. Sarmaşıklar tırmanır duvarlarında. Bu arada taş konakların duvarlarına sırtınızı verip gölgelenin.
Adatepe Köyü’nün denize bakan bölümünde Zeus Altarı (sunağı) bulunuyor. Bu güzel köyü ziyaret etmek için en güzel sebeplerden biri de bu sunak. Küçükkuyu’nun sırtını yasladığı Gargaran Tepesi, Eski Yunan kültüründe tanrılara adak adanan Zeus Sunağı’na ev sahipliği yapıyor. Eski Yunanlar savaşlarda galip gelmek, kuraklıktan, hastalıktan kurtulmak, bereketli ürün almak, felaketlerden korunmak gibi sebeplerle tanrılara kurban veriyorlardı.
Zeus’un ayak izi olduğu düşünülen izlerin de görülebildiği, taş duvarlarla örülü küçük bir odanın bulunduğu Zeus Altarı’nda bu örülü kısmın içerisinde su sarnıcı yer alıyor. Sarnıca inen merdivenler yıkılmış durumda. Ancak sarnıcın tam üzerinde bulunan açıklık geçmişte adak törenlerinde kanın akıtıldığı yer olarak tahmin ediliyor.
Zeus Altarı’nın hemen yanında Çanakkale Savaşı’na katılan Erdem Dede Yatırı bulunuyor. Zeus Altarı’nı ziyarete gelenler önce Erdem Dede için dua edip sonra muhteşem manzarayla karşılaşıyor.
Türkiye’de türünün ilk örneği olarak 2001’den beri yerli yabancı onbinlerce ziyaretçi ağırlıyor.
Zeytin ve zeytinyağının kültürü o kadar derinlere iniyor ki, yazılmış tüm kutsal kitaplarda çeşitli şekillerde ifadesini buluyor. Ülkemizde bu kadar eski ve köklü bir kültürü olmasına karşın, bu ürüne ilişkin yazılı ve görsel malzemelerin yok denecek kadar az olması, Adatepe Zeytinyağ Müzesi’nin doğuşuna gerekçe oldu. Küçükkuyu’daki tarihi sabunhane binası restore edilerek, bir yandan kuru baskı tarzında zeytinyağı üretimine devam edilirken, öte yandan civar köylerden toplanmış zeytin, zeytinyağı ve sabun üretimine ilişkin çeşitli araç -gereç ve aksesuarlar fabrika binasında sergileniyor.
Müzede eski zeytinyağı presleri, zeytin toplama aletleri, taşıma ve saklama kapları, çeşitli folklorik objeler görülebilir. Aynı zamanda geleneksel usulde zeytinyağı sabun yapım tekniği de açıklamalı olarak sergilenmekte.
Adatepe Zeytinyağı Müzesi; zeytinyağının üretim aşamaları, saklanması, aktarılması, filtre edilmesi vb. gibi zeytinin dalından soframıza geliş öyküsünü görüp, dinlemek tabii ki taze köy ekmeği ile tadımını yapmak yerli ve yabancı ziyaretçiler için hem eğitici hem de keyifli olacak.
Köyün 1947-1985 yılları arasında faaliyet gösteren öğrenci azlığından kapatılan ilkokulu 1997 yılında Taşmektep adıyla tekrar açılmış. Bu sefer yetişkinler için felsefe, edebiyat, sanat ve sanat tarihi alanlarında seminerlerin yapıldığı, ayrıca değişik disiplinlerde çalışan sanatçıların serbest atölye çalışmaları yapacakları bir okula dönüşmüş.
Edremit’e 17 km mesafede bulunan bir alevi köyü Tahtakuşlar. Tahtakuşlar Köyü, Tuncel Kurtiz’in vasiyetinde gömülmek istediği köy olarak ünlendi. Ancak burası hala şaman adetlerinin hayatta kaldığı nadir köylerden biri olarak da dikkat çekiyor. Köyü en ilginç kılan özellik ise, Tahtakuşlar Etnografya Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor oluşu. Ülkemizde ilk özel etnografya müzesi olan müzede, yörük kültürüne ait objeler ve Kazdağları bitkileri sergileniyor. Tahtakuşlar Köyü’nde, sadece Kazdağları’nda yetişen Kazdağları köknarının kozalaklarını toplayabilir ve bu kozalakları çayınıza katabilirsiniz. Evet, böyle ilginç şeylerle karşılaşmak her zaman mümkün Tahtakuşlar’da.
Geleneklerine bağlı, güler yüzlü, misafirperver ve aydın insanların yaşadığı Tahtakuşlar’ın hemen girişinde daha önce belki de benzerini hiç görmediğiniz ilginç bir geleri karşılıyor sizi.
Şaman kültürünün sembollerini taşıyan eşyalarla bezeli Tahtakuşlar Alibey Kudar Etnografya Galerisi, geleneksel Türkmen giysilerinden, el yapımı yün torbalara, çocuk yelekleri ve günlük yaşamdan farklı objelere kadar engin bir koleksiyona sahip.
Kazdağları’nın bize göre en kahraman köylerinden biri Çamlıbel. Edremit ilçesine bağlı olan bu tarihi köy, kısmen turistik sayılabilir. Kazdağları’nın yamaçlarında yer alan diğer köylerin aksine, Çamlıbel Köyü’nün evleri tahtadan barakalar şeklinde yapılmış. Bu nedenle de köyün bundan önceki ismi ‘Taktaköy’ imiş. Kurtuluş Savaşı sırasında Çamlıbel halkının büyük bir kısmı Kuvayi Milliye’ye katılmış ve Ayvalık cephesinde çarpışarak işgale karşı direniş göstermişler. Çamlıbel’e kahraman dememiz işte bu yüzden.
Ünlü oyuncu Tuncel Kurtiz’in vasiyeti Tahtakuşlar Köyü’nde gömülmek imiş. Ancak oradan izin çıkmayınca ailesi de onu Çamlıbel Köyü mezarlığına defnetmiş.
Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı bir sahil beldesi ile bir dağ köyü Zeytinli. Sahil kısmı Edremit ve Akçay’a nazaran daha sakin. Ancak bizim bahsettiğimiz asıl köy ise Kazdağları’nın yamaçlarında yer alıyor. Akçay’ı geçtikten sonra karşınıza çıkacak olan Zeytinli tabelasını takip ettiğinizde sizi Sütüven ve Hasanboğuldu Şelaleleri karşılayacak. Zeytinli’ye geldiğinizde, bu iki doğa harikasını mutlaka görmelisiniz.
Sarıkız Yaylası’ndan doğan ve Kızılkeçeli Çayı üzerinde yer alan Sutüven Şelalesi, Zeytinli Köyü’ne dört buçuk kilometre mesafede yer alıyor. 1992’de kurulan ve üç hektar büyüklüğünde olan bu doğal güzellik, Kaz Dağları’nın eteğinde, içinden Kızılkeçili Çayı’nın geçtiği Hasanboğuldu Göleti ve suyun on yedi metreden düştüğü Sutüven Şelalesi’nden oluşuyor.
Ziyaretçi sayısının yaz sezonunda 200 bine yaklaştığı şelalenin ismi, tüvleyen yani sıçrayan su anlamına geliyor. Yol üzerinde Romalılardan kaldığı söylenen su kemerlerinin sütunları sol tarafta görülebilir.
Hasan Boğuldu, Kazdağı Milli Parkı sınırları içerisinde, Edremit’in Zeytinli beldesi yakınlarında yer alıyor. Sutüven Şelalesi’nin biraz ilerisinde, doğal bir kayanın havuz haline dönüştüğü yer olan Hasanboğuldu Göleti ise, şahane manzarası ve Hasanboğuldu öyküsünün yaygınlaşmasıyla her geçen gün daha fazla ilgi görüyor.
Hasan Boğuldu, çay sularının biraz daha genişçene bir alanda birikerek oluşturdukları mini bir gölet. Suyun berraklığı, turkuvaz rengi, çevrediki kayaların üstünden şırıl şırıl akıp giden dere, sizi çevreleyen doğa. Göleti ilginç kılan Hasan Boğuldu efsanesini sitemizden okuyabilirsiniz.
Kızılkeçili Köyü, Kazdağları bölgesinin incisi öze dönüş merkezi, Kazdağları’nın orta eteğinde sırtını “Bin Pınarlı İda” ya yaslamıştır. Edremit Körfezi ve Kazdağları’nın Orkestra şefidir. 800 yıllık Anıt Ağaç gibi Kaz Dağı’nın eteğinde yerini almıştır. Bozulmamış doğası ve örf adetleriyle ön plana çıkar. Sessiz ve huzurlu köy Kızılkeçili Köyü masum bir çocuk gibi dikkat çekmeden dışarıdan göç almıştır. İş dünyası, futbol dünyası, akademisyenler sessizce bu doğa harikası köye yerleşmeye devam etmektedir.
Pınarbaşı piknik alanındaki asırlık çınar ağacı 30 metre boyu, 860 cm çevresiyle bölgedeki en yaşlı anıt ağacıdır. Görülmeye değerdir.
Kazdağları’nın meşhur Sarıkız efsanesinde Sarıkız ve babasının yaşadığı köy burası. Efsaneye göre Sarıkız iftiralara maruz kalır ve babasından kızını öldürmesini isterler. Bunun üzerine Sarıkız ve babası köyü terk etmek zorunda kalır. Sarıkız giderken: “Bizim gibi insanları barındırmadınız. Bundan sonra da burada kimse barınmasın” diye beddua eder. Bugün bile köyde yerleşim tam anlamıyla yok. Bu yüzden köyün yapısı hala 14. yy’dan kalma duruyor. Sarıkız efsanesinin detaylarını, yerel efsaneler bölümümüzden okuyabilirsiniz.
Babakale, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı bir köy. Bu küçük köyün en önemli özelliği Asya kıtasının en batı noktası olması. El yapımı olan ve aile geleneği ile üretilen meşhur Babakale bıçaklarından almak lazım. Sapları boynuz veya ağaçtan, kılıfı ise deriden yapılıyor. Üstünde ise yine el yapımı, şık desenleri var. Eskiden 18 bıçak dükkanı varmış, şu an maalesef bir tane kalmış. 4 burcu olan ve tüm Babakale Köyü’nü ve limanını tepeden görebileceğiniz Kaleyi de gezmemek olmaz.
Assos Antik kentinin tarihçesi M.Ö. 6.yy’a kadar gidiyor. Zamanında kent, yüzünü denize dönmüş ve teraslarla iniliyormuş denize. Osmanlıların yerleşmesinden sonra yerleşim ters istikamette gelişme göstermiş ve Behramkale köyü ortaya çıkmış.
Kent sönmüş bir volkanik tepe üzerine, andezit kayalıkları arasına, denizden 236 metre yüksekliğe kurulmuş. Assos’un etrafında bol bulunan andezit taşı kentin inşasında kullanılmış. Assos taşı zor işlenen ama çok dayanıklı bir taş. Eskiler onun için insan yiyen taş diyorlarmış. Bu taştan yapılan lahitler zamanında Assos’dan ihraç edilen mal türlerindenmiş.
Assos’da arkeolojik ilk kazı 1881-1883 yıllarında Amerikalı bir arkeoloji grubu tarafından yapılmış.1981 yılında tekrar başlayan kazılarda ilk olarak nekrapol yani mezarlık ortaya çıkarılmış.
Kentin çevresi günümüzde de görülebilen 3200 metre uzunluğunda 20 metre yüksekliğinde surlarla çevrilidir. Surlar M.Ö. 4. yy’da inşa edilmiştir. Kente giriş ve çıkışı sağlayan iki ana kapı bulunmaktadır. Doğu ve batı kapılarının önündeki alan nekrapol(mezarlık) olarak kullanılmıştır. Nekrapolde basit mezarların yanı sıra görkemli anıtsal mezarlar da bulunmuştur.
Nekrapolün 9 yüzyıl boyunca mezarlık olarak kullanıldığı tespit edilmiş.En eski gömülerde yakılan cesetlerin küllerinin küplere konulup ağızlarının kapanması şeklinde gömüldüğü görülmüş. Sonra daha büyük küplere ana karnındaki pozisyonda yerleştirilmiş ölüler. Küplerin içine ölü için hediyeler de konuluyormuş. Daha sonra lahit şeklinde mezarlar kullanılmış. Lahitler yüzeye yakın oldukları için kolayca ortaya çıkarılmış ve define avcıları tarafından soyulmuş çoğu. Lahitlerin içinde ele geçirilen, ölü için konulan hediyelerden en ilginci pişmiş topraktan yapılmış bir kadınlar orkestrası heykelciği !
Antik kentin en yüksek noktasında Athena Tapınağı bulunuyor. Arkaik çağ’da Anadolu’da yapılan ilk ve tek dor düzenindeki tapınak, hala büyüleyici ortamını koruyor. Zeus’un kızı ve 12 Olimpos Tanrısından biri olan Athena kentin koruyucu tanrıçasıymış. Sağlam sütunlardan çıkarılan örnek kalıplarla dökülen yeni sütunlar ayakta. Karşınızda Midilli adası, görkemli Ege denizi, yüzünüzü okşayan rüzgar, özellikle gün batımında sizi antik çağlara götürecek kadar etkileyici. Tapınağın kutsal odasında bulunan tanrıça heykeli 1800’lü yıllarda Amerikalılar tarafından götürülmüş.
Sütunların üzerlerindeki frizlerin(kabartmaların) bir kısmı Boston Müzesi, Louvre Müzesi ve İstanbul Arkeoloji müzesinde saklanıyor. Kabartmalarda Herakles ile ilgili bir hikaye anlatılıyor.
Antik kentin güney yamacında Midilli Adası’na karşı kurulmuş tiyatronun bir deprem sonucunda yıkıldığı tespit edilmiş. Doğal bir kaya oyuğuna yapılmış, tahmini 2500 kişilik olan tiyatro sonraki yıllarda taş ocağı olarak kullanılmış. Yapım tekniği ve plan özellikleri açısından bir Roma çağı tiyatrosudur.
Tiyatronun yıkılan duvarları restorasyon sonucunda yeniden örüldü. Aslına uygun oturma sıraları yeniden dökülerek yapıldı. Şu anda tiyatro 1500 kişiyi ağırlama kapasitesinde ve çeşitli festival ve konserlere ev sahipliği yapabilmekte. İskeleye inen yol üstünde, solda, giriş kapısını farkedeceksiniz tiyatronun.
Agora insanların biraraya geldiği kentin en hareketli yeri. Assos agorası farklı zamanlarda inşa edilmiş karşılıklı iki stoa ile çevrelenmişti. Stoalar üzeri kapalı, insanları güneşten ve yağmurdan koruyan yürüyüş ve oturma alanlarıydı. Ayrıca Agora etrafında spor eğitimi için inşa edilmiş gymnasion, bouleuterion(meclis binası), Bizans Kilisesi kalıntıları bulunmaktadır.
Assos Limanı, Assos bölgesinin en çekici yerlerinden biri. Burası daracık taş sokaklardan oluşan, bir avuç yer aslında. Sit alanı olduğu için sadece yüzyıllık taş yapıların restorasyonuna izin verilmiş. Dolayısıyla yapılaşmada ahengi bozan bir durum yok. Limanda sadece turistik tesisler bulunuyor.
Yüzyıllar öncesinin limanı antik havasını hala koruyor. Mendireğin kırmızı ve yeşil fenerleri antik kentin sütunlarının üzerine konulmuş. Antik limanın kalıntıları hala seçilebiliyor. 2000 yılında Kültür Bakanlığı tarafından genişletilen mendirek, birçok balıkçı teknesine barınak olmuş. Akşamları mendirekte oturmak, balık tutmak da bir gelenek olmuş.
Limana inen araba yolu dik ve virajlı. Yazın araba girişine kapalı liman. Zaten arabayla dolaşılacak bir yer değil. Limana 50 metre kala arabanızı park edebileceğiniz bir park yeri bulunuyor. Buradan yürüyerek heryere ulaşabilirsiniz.
Kadırga, Assos’un hemen güneyinde, kara yoluyla 2 km. uzaklıkta bir koy. Assos civarında denize girmek için tercih edilen başlıca yerlerden biri. Zeytin ağaçlarıyla dolu bir yoldan inerek ulaşıyorsunuz koya.
Geniş, uzun ve taşlık bir plajı var Kadırga’nın. Denizi tertemiz ve berrak, zaten mavi bayrak ödülü almış. Denizin içindeyken yemyeşil dağ manzarasına karşı yüzmesi çok keyifli. Akşamüstü başlayan imbat rüzgarları sıcaktan bunalmanızı da engelliyor. Her tesisin önünde şemsiye ve şezlongları bulunuyor. Ayrıca kıyı boyunca yemek yenilebilecek birçok restoran bulunuyor.
Osmanlı zamanında donanmanın merkez üssü Midilli Adası idi. Savaş zamanı kadırgalar Midilli’den savaşa gider, dönüşte hasarlı olan kadırgalar bu koya getirilip burada bulunan meşe ve kayın ağaçları ile tamir edilirdi. Kadırgalar bu koya çekildiğinden bu adı almıştır.
Behramkale Köyü, Osmanlı döneminde kurulmuş eski bir köy. Antik şehir, yüzünü güneye yani denize dönmüşken, köyün yerleşimi ters tarafa doğru kurulmuş. Köy antik kent surları içinde yer alması ile dikkat çekiyor. Sadece 150 haneli bir yerleşim. Yaklaşık 30 senedir sit alanı olarak koruma altında olduğu için yeni bina inşa etmek yasak. Sadece var olanlar restore edilebiliyor. Köy içinde Assos mimarisinin taş işçiliğinin güzel örneklerini görmek mümkündür. Tarihi dokusunu koruyan sokaklarda dolaşması keyifli.
Assos Antik Kenti ören yeri girişi en tepede bulunuyor. Buraya taşla kaplı bir yokuşu yürüyerek varılıyor. Bu kapıdan girince Athena Tapınağı’na ulaşıyorsunuz. Ören yerine çıkan yokuş üzerinde, köylü kadınların evde ürettikleri çeşitli malzemeleri sağlı sollu sattıkları tezgahları göreceksiniz. Assos etrafından toplanan otlar, zeytinyağı, ev tarhanası ya da el içiliği danteller, şallar tezgahları süslüyor.
Köy içinde Osmanlı’dan kalma bir camii ve köprü de bulunuyor:
Hüdavendigar Camii Osmanlı sultanı 1. Murat Hüdavendigar tarafından 14.yy ‘da yaptırılmış. Osmanlı’nın kendine özgü eserlerinden olan cami tek kubbeli ve kare planlı olarak inşa edilmiş. Antik kent sınırlar içinde , tepede yer alıyor camii. İçerisinde yer alan kadırga resimleri Osmanlı cami mimarisinde pek karşılaşılmayan bir örnek oluşturuyor.
Cami’nin giriş kapısı, kendisinden daha eski Cornelius kentinin kapısı aslında. Cornelius Kilisesini onartan Kral Skamandros’un kapıya yazdırdığı yazılara dokunulmamış. Sadece haç işaretinin iki kanadı kırılmış. Kral şöyle yazdırmış:
‘Skamandros şehri başkanı Anthimos, mükafat olarak kendi günahlarının bağışlanması için istekli bir şekilde dua ederek, gayretle ve emek vererek, Aziz Cornelius Kilisesi’nin sağlam olmayan bölümlerini güzelleştirmek için tamir ettirdi. Her kim bu kilisenin güzelliklerine, durumuna, mozaiğine ve olağanüstü ihtişamına bakarsa, Tanrı’nın kölesi olan ve bu binayı tamir ettiren Anthimos’un ölmeden önce işlediği günahların affı için dua etsin.’
Yine 14. yy’da 1. Murat Hüdavendigar tarafından inşa edilen bir eser. Tuzla Çayı üzerine kurulmuş. Köprünün kemerleri hala orjinalliğini koruyor. Yol kısmı doğal olarak birçok kez elden geçirilmiş. Köprü arabalar tarafından artık kullanılmıyor, yanına modern versiyonu çoktan inşa edilmiş. Ama siz 600 yıldır ayakta duran bir köprünün üzerinden yürüyerek geçme keyfini kaçırmayın.